Onu öylece boylu boyunca uzanırken görmek gerçekten yıkıcıydı. Üzücü ya da yıpratıcı ya da sarsıcı değil sanırım tam ifadesi bu da değil ama ille de bir tanım yapmam gerekiyorsa yıkıcı uygun olabilir. Bedeni onu her zaman gördüğümün aksine kıpkırmızı , canlı ve neşeli değildi. Yüzünde o her zaman ki gülümsemesi de yoktu çenesi aşağı doğru açılmış, gözleri tavana dikilmiş, genişlemiş ve solukluğu duvara benziyordu. Odada ki herkes şoktaydı. Bu yüzden olsa gerek, yeni ölmüş insanların bağladıkları gibi çenesini ve ayaklarını bağlayan olmamıştı. Belki de bekledikleri fakat hazır olmadıkları bir şeydi, onu uzaktan gözleriyle inceliyorlardı, hepsinin farklı yüz ifadeleri vardı hepsi kendilerince düşüncelere dalmışlardı. Asıl dikkat çekici olan yatağın üzerinde öylece yatan Mert Ocak 'ın yüzündeki ifadeydi. Hiç burada olmamış gibiydi, giderken tüm bağını da alıp götürmüş, umursamaz bir hal takınmıştı zaten gitmek için can atıyor gibiydi ya da ben o yakıştırmada bulunuyordum.Gitmişti işte tüm dünyada hayranlıkla bakılan, dünyanın en hızlı koşan adamı gitmişti.
Çocukların hayali, o imrenilen, gıptayla bakılan, keskin hatları onu yaşından daha büyük gösteren, bir çok genç kızın hayalini süsleyen o adam bir daha geri dönmemek üzere gitmişti. Hani klasik olarak gidenlerin ardından söylenen bildik cümleler vardır ya; sahip olduklarına göre oldukça mütevazıydı, çok alçak gönüllüydü, zorda kalanın yanındaydı, kötü gün dostuydu gibi onlarca cümle onun için de söylenebilirdi. Benim söylemek istediklerim ise çok daha farklıydı. Fakir sayılabilecek, sürekli huzursuzluğun ve kavganın olduğu bir evde, o koca İstanbul'un varoşlarında dünyaya gelmişti. Evlerindeki kavgaların en büyük sebebi maddi sorunlardı. Babası o zamanlar içki içerdi ve eve gelip annesini dövdüğü zamanlar o eski tip kapılarda olan pencerelerin aşağı inmemesi için dua ederdi. Sonu olmadığını ve hayatının o anda biteceğini düşündüğü çok olurdu. Ertesi gün dışarı çıkmaya utanır ve aslında çok hareketli olmasına rağmen içine kapanık bir çocuk gibi görünürdü. Onunla paylaştığım çok özel anılarından bazılarıydı bunlar. Gerçekten fakirlik görmüş insanlar geçmişlerinde ki bu durumlarını güçsüzlük olarak gördükleri için gizlemeye çalışırlar. Mert Ocak'ta böyle yaptı ve ünlü biri olarak bunları anlatıp dramatize ederek toplumda daha çok puan toplama şansı olmasına rağmen yalnızca kendine çok yakın gördüklerine veya kaybettiğinde de yanında olanlara bu durumu anlattı. Başka kimse bilmezdi. Ben onun için ne anlam taşıyordum da bana çocukluğunda ki hayal kırıklıklarından bahsediyordu kestiremiyorum ama aramızda doktor hasta ilişkisinden çok daha fazlası vardı.
Onun hayatı işte bu şekilde ilerlerken ben orta halli ve sevgi dolu bir ailede büyümüş, üniversitede tıp eğitimini tamamlamış ve spor hekimliği alanında uzmanlığımı almıştım. O dönemlerde dünyada yeni yeni adı anılmaya başlanan bireysel tıpta yükselmeye çalışıyordum. Kendi hayallerim olduğu için değil sadece hayat şartları ve kariyer hevesi ile birlikte zorundalığı beni buna ittiği için. Babamın isteği üzerine tıp eğitimi almıştım, hayalim daha farklıydı. Bireysel tıp özellikle sporcuların yönlendirilmeleri konusunda oldukça önem arz eden bir alandı. Sporculara kas ve vücut yapılarına göre yönlendirmelerde bulunabiliyorduk. Tabi bununla sınırlı kalmıyorduk da tıbbın bütün imkanlarını çok yüksek paraların pazarında olanlara yani o ayrıcalıklı seçkinlere hizmet için kullanıyorduk. Dünya algıları kazanmak ve kaybetmek üzerine kurulu olan ve normal bireylere göre daha hırslı olan sporcular bizim müşterilerimizdi. Türkiye'de sporun başkenti İstanbul'da o dönemlerde yeni açılmış Bireysel Tıp Merkezi'nde çalışıyordum. Bu konuda Tıbbı Genetik Uzmanı Taner Diloğlu ile birlikte dünyanın en iyileriydik diyebilirim. Böyle düşünmek için haklı nedenlerim var. Biz dünyanın en iyi sporcularının doktorları özellikle de bireysel tıp uzmanları isek bu bizi dünyanın en iyisi yapıyor çünkü madalya kürsülerinde onure edilenler aslında o sporcuların performanslarını arttıran bizleriz bence. Nasıl ki yüzücülük tarihine adını altın harflerle yazdırmış Michael Phelps'in başarısı onun için köpek balıklarından ilham alarak özel mayo üreten Nasa uzmanlarıysa, dünyanın en hızlı koşucusu Mert Ocak ve en iyi futbolculuğunun en büyük adayı Hakan Armacı'nın doktorları olarak bizlerdik.
İllegal işler bazen devlet destekli de olabiliyor. Rekabet ya da güç dengesi medeniyet ile parelel gitmeyebiliyor. Tıpkı bir zamanlar nükleer silahsızlanmadan bahseden süper güçlerin en büyük nükleer silah gücüne sahipken sırf bu sebeptenmiş gibi İran'a müdahale etmesi ve akabinde yaşananlar ile birlikte Üçüncü Dünya Savaşı'nın çıkması gibi. O zor zamanlar tüm dünyanın olduğu gibi bizim içinde acılar ve yokluklarla doluydu. Olaylar cereyan ederken bizim ülke olarak izlediğimiz politika iç açıcı değildi ve hazırlığımız da yoktu. Günü kurtarmak için çabalayan, elinde jeopolitik konumu dışında bir şeyi olmayan bir ülke olmamıza rağmen savaştan en şanslı çıkan biz olmuştuk. Bunun en büyük nedeni ise birlikte savaşa girdiğimiz ülkelerin savaştan çok büyük kayıplar, çökmüş sistemler ve ekonomiler fakat galibiyet ile çıkmasıydı. Sanırım bizim hem savaştığımız ülkelerden hemde müttefiklerimizden çok daha hızlı toparlanmamız ve şimdi dünyanın lideri konumunda olmamızın en büyük nedeni kültürel olarak yozlaşmamış yani diğer ülkelere göre daha az yozlaşmış bir topluma sahip olmamız ve diğerlerinden daha çok kahraman çıkartmamızdı. Bir diğer önemli neden ise savaşa bir lider ile girmek ve ne olursa olsun, hangi siyasi düşünceye sahip olursa olsun toplumun her kesimini etkileyen, etrafında toplayan ve yönlendirebilen bir liderimizin olmasıydı. Bence en büyük özelliği sığ tartışmalar ve basit güvensiz siyasi hamleler yerine gerçekçiliği seçerek halkın güvenini kazanmış olmasıydı. İnsanlar çaresizlikten değil gerçekten ona güvendikleri ve adaletli olduğunu bilip taraf tutmadan ülkeyi yönettiği için ona oy veriyordu.
Bazen hala düşünürüm yıllarca süren ve dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı'na sürükleyen Ortadoğu da ki kriz döneminde bize oldukça dengesiz gibi görünen bir dış siyaset izlerken bir anda taraf seçerek Amerika'nın yanında yer almamız tüm anlaşmalara rağmen Çin'in saf değiştirmesinde büyük rol oynamamız ve neredeyse dünyaya meydan okuyan ve hiçbir ülkeden izin almadan kendi toprakları dışında kendisine zarar verdiğine inandığı bir ülkeyi bertaraf edebileceğinı söyleyen o sert açıklamayı yapmasa ve müdahalede bulunmakla tehdit etmese acaba bu savaş çıkar mıydı?
Cenaze işlemlerin ardından morga götürülürken annesini gördüm, odanın biraz ilerisinde ki banklarda oturmuş dalgın bir şekilde yere bakıyordu. Ne kadar oğlunu sevmese de anneydi ve acılı olduğu belli oluyordu. Sanki yüzünde pişmanlıktan çok yaşanmamışlıklara duyulan üzüntü vardı. Beni bu karşılaşmadan daha çok etkileyen ise cenazede karşılaştığım Hakan Armacı idi. Belki herkes her cenazede biraz da olsa kendi sonunu düşünür ama Hakan'ın durumu biraz daha farklıydı. Girdiği yolun sonuna yaklaşmakta olduğunu farkediyordu artık. Yüzünden bunu okuyabiliyordum çünkü Mert'i fazla sevmezdi ve rahat, sorumsuz bir insandı ama içi kan ağlar gibiydi. Beni görünce öfkeyle gözleri parladı hemen ardından sanki kendi hatalarını ve isteklerini de hatırlar gibi bir suçluluk ve neyseler belirdi yüzünde. Hemen yanıma gelip içten olmasa da Selam verip soğuk bir şekilde sarıldı. Yine içtenlikten uzak sanki bir cenazede değilmişiz gibi "Benim işi ne yaptın" dedi. Neredeyse bittiğini söyleyebildim ve bunu yapmak istediğinden emin olup olmadığını tekrar soramadım çünkü tehditkar bir şekilde bunu defalarca söylemişti. Emindi. "Öyleyse yarın geliyorum. Görüşürüz" deyip cevap vermeme bile fırsat vermeden yanımdan ayrıldı.
Ertesi gün merkeze Tuğba ile birlikte geldi. Tuğba onun hayatına bir spor muhabiri olarak girmiş ve zekası, iyi niyeti, dik duruşu ve içinde barındırdığı tutku ile hastalıklı denebilecek bir ilişki ile hep yerini korumuştu. Belki de bu özelliklere sahip onlarca kızla birlikte olmuştu, çok hovarda bir adamdı. Aşk için belki de en önemli şeylerden biri zamanlamaydı. Garip bir durumdu. Aşk evliliği yapmamıştım ama onu kısmen de olsa anlayabiliyordum. Asistanlık dönemimde tutkulu bir aşk yaşamıştım. Hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştı. Karım ile mantık evliliği yapmıştım ama kızlarıma tam manasıyla aşıktım. Bence dünyanın en güzel iki kızıydı. Ne yazık ki büyük kızımı, Eda'mı henüz onaltı yaşında uyuşturucudan kaybettim. Canlı cenaze gibi gezmem, hayatttan pek beklentisi olmayan biri olarak takılmam hep bundan. Uğrunda şerefimi, dürüstlüğümü ve benliğimi verdiğim para ve lüks hayatın kızımın elimden gitmesine neden olduğu düşüncesinden ve hep kendimi suçlamaktan bir türlü kurtulamıyordum.
Tuğba zayıf, uzun boylu, bembeyaz tenine inat simsiyah saçları olan ve çok güzel siyah gözlü bir kızdı. Uzay üssünü andıran merkeze gelince yüzüne tatlı bir şaşkınlık yerleşmişti. Hele büyük binanın altına inşa edilmiş yer altı laboratuarları çok ilgisini çekmiş gibiydi. Hakan çok farklıydı ve giderekte farklılaşıyordu. Daha başarılı olabilmek dünyanın en iyisi olabilmek için hayatından tavizler vermişti. Devlet destekli gen dopingi o yılların Türkiye'sinde yapılabilen bir durumdu. Dünya Doping Ajansı (WADA) yaptığı onlarca teste, hatta sporculara çıkarttığı biyolojik pasaporta kadar bir sürü yeni yöntem geliştirirken biz Spor Hekimleri de boş duracak değildik. Genlerin değiştirilmesi başlangıçta tedavi maksatlı yapılmaya başlandı ve oldukça ileri seviyede başarılar da kazanıldı. Bu yöntemle kanser, AIDS, Gaucher Hastalığı, Hunter Sendromu, Kistik Fibrozis, Hemofili gibi bir çok hastalık tarihe karıştı. Sağlıklı sporcuların genlerinin değiştirlmesi ise WADA'nın yaptığı testlerde doping olarak ortaya çıkmıyordu. Belirli taşıyıcı vektörler ile sporculara bu laboratuarlarda veriliyordu. Daha hızlı koşabilmesi için Mert'e bir koşucu olduğu için sadece enerji ve dayanıklılık ile ilgili olan ve normal insanlardan iki kat hızlı koşmaya sağlayan peroksizom aktivasyonlu reseptör gama (PPAR) geni enjekte edilmişti. Büyük başarılar, imrenilen bir hayat ve ani bir kalp krizi sonucu ölüm ile son bulan bir yaşama sebep olmuştuk. Bu sonu Mert'te biliyordu tıpkı Hakan'ın bildiği gibi. Hakan'a PPAR'a ek olarak yorulunca kaslarında ki ağrıyı daha az algılamasını sağlayan endorfin ve yeni damarların oluşmasında ve yara iyileşmesinde önemli rol oynayan damar büyüme faktörü (VEGF) verilmişti. Hakan dünyanın en iyi futbolculuğu için Portekiz rakibi Bruno ile kıyasıya bir yarış içindeydi.
Belki yoğunluk açısından da önemli bedeller ödüyordu ama asıl ödediği bedel bilişsel yeteneklerinden gücüne kadar vücudunun her yerinde olan ve diğer insanlardan her anlamda daha başarılı olmasını sağlayan bedeldi. Birçoğu bu duruma bedel demeyebilir ama dünyada iletişim bile kurabileceğiniz birinin olmaması çok zor bir durumdur. Siz çoktan dönerken birileri hep daha yeni yol alır, siz bir konu hakkında kitap yazabilecek bilgi birikimine sahipken kimileri daha yeni keşfediyordur ve hep en başarılı olan siz olduğunuz için eğer internet üzerinden zenginlik resimleri paylaşmaktan çok hoşlanan, kendini başka insanlar üzerinde tatmin eden biri değilseniz bu bir bedeldir. Tıpkı bir zamanlar hastalık haline gelen zengin ve ünlü ailelerin çocuklarının hayattan tatmin olabilecek birşey bulamadıkları için intihar etmesi gibi. Hakan da yalnızlığına son vermek en azından cinsel açıdan kendine denk biriyle birlikte olmak için Tuğba'ya da gen dopingi yapılmasını istemişti. İnsanoğlu karmaşık bir yapıya sahip sadece genlerden ve beyinden ibaret değil ayrıca kalbi ve duygularıda var. İstekleri ise sınırsız, hep daha fazlasını istiyor . Hakan'da böyle yapmıştı işte kendine bir eş istiyordu her insan gibi. Asıl ilginç olan ise tehlikelerine rağmen Tuğba'nın da bu durumu kabullenmesiydi. Bugün bunun için yanımızdaydılar.
Tuğba beline kadar gelen saçlarını arkadan örmüş ve yanına atmıştı. Belirli testler ve herşeye rağmen bilgilendirme çalışmalarımız oldukça uzun sürdü. Sadece üç gün boyunca bu işlemin devam edeceği ve bir hafta bu merkezde kalması gerektiğini söyleyince huysuzlandı. Sanki tek problem buymuş gibi. Onu olduğundan daha zayıf gösteren hastane önlüğünü giydiği an yaptığı esprilerle hepimizi güldürdü ve ondan daha gergin olan bizleri de işleme hazırladı. Nihayetinde bunu daha önceden de yapmıştık ve onun vücudu için uygun olan dozu verecektik. Bunda korkulacak birşey yoktu. Zaten sorunlar işlemden yıllar sonra ortaya çıkmaya başlıyordu. Bizim sorumluluğumuzda olan bir durum değildi. Üçüncü günün sonunda aşırı terleme ve kusma kendini gösterdi. Taşıyıcı vektörler yardımıyla genleri verdiğimiz için bu beklenen bir durumdu fakat onu gözlerimle gördüğümde veriler dışında değerlendirmem gerekenler olduğunu ve can çekiştiğini farkettim. Bunu deneyimli her doktor genelde gözlemleyebilirdi ve onu gördükten yaklaşık üç saat sonra da yatağında buz gibi hareketsiz uzanıyordu tıpkı tüm bunlara sebep ve şahit olan Hakan gibi. Sadece yere bakıyordu, ağlamıyordu. Sevdiği kadın son nefesini vermişti ve kendi hırslarının bu duruma sebep olduğunu biliyordu.Onun her iki koluna da girip odadan dışarı çıkarmaya çalıştıklarında birden ellerinden kurtulup hayatımda daha önce hiç görmediğim biçimde derhal oradan uzaklaşma hissi uyandıran bir acının içimde belirmesine sebep olarak feryat etmeye başladı. Genç insanlarda ölebiliyordu ve bu durum her kayıptan daha fazla canınızı acıtabiliyordu işte. İnsanın sevdiğini kaybetmesi bana uzak bir duygu değildi ama o kadar duyarsızlaşmışım ve hayattan çok ölüme yakın yol almışım ki böyle hissetmeyeli yıllar olmuştu. Öfke değil; belki suçlulukta değil bir kabulleniş feryadıydı Hakan'dan gelen feryat.
Cenaze işlemler için iki gün bekletildi. Sanki bir umutla canlanmasını bekliyordu Hakan. Öyle olmadı tabi ki. Cenazede çok mağrur görünüyordu. Neredeyse hiç ağlamadı ve isterik tavırlar da sergilemedi. Kızarmış gözlerini bile güneş gözlüklerinin arkasına saklamadı. Hiç olmadığı kadar doğaldı. İnsanlar kendi cehennemlerini kendileri oluşturabiliyorlar. Zamanında uğrunda sahip olduğu herşeyi feda ettiği ve yanlış yola sapmasına neden olan alkışlar bugün onun hayatta en sevdiği insanı ölüme götüren bir silah oluvermişlerdi. Ona cehennem ıstırabını hatırlatan alkışlardan ve hayatından kaçabilmesi de pek mümkün görünmüyordu. Kendine çıkış yolu bulamamak, her gün ayakları geri geri giderek bir yerlere sürüklenmek, tıpkı benim hayatım gibi.
Hemşirelik Bilim Birey
21 Şubat 2017 Salı
15 Aralık 2015 Salı
Hayatınızdan Çıkmış Birine Mektup
Hayatın sıradanlığı içerisinde birine mektup yazmayı gereksiz bir iş, zaman kaybı olarak görürüz. Peki o insanla son kez iletişime geçiyorsanız neler söylemek isterdiniz. Belki bir iş arkadaşı, belki iyi bir dost, belki de sizi yarı yolda bırakan bir sevgili. Kimimiz paylaştığımız güzel anılardan bahsederdik, kimimiz sitemlerimizden, kimimiz yaşanmamışlıklardan birşeyler karalardık işte.
" Sevgilim;
Hakkım yok size böyle seslenmeye biliyorum. Şimdiden çok özledim inanın. Şunu bilin ki siz inanmasanız da ben hep doğruları söyledim, zaten şu anda geriye dönüşü olmayan bu yolda niçin size hala yalanlar söyleme gereği duyayım ki. Aptalca gelebilir ama çok ağladım. Yanlış giden şeylerin bende farkındaydım ama ben mükemmeli bulmaya dair ümidimi çoktan yitirmiştim. Daha gerçekçiyim. Ben mükemmel olmalıyım diye kendime telkin veriyorum hep. Mükemmeli bulmaktansa bir insanın hayatını ve kendini mükemmele dönüştürmesini izlemek, ona yardımcı olmak hayalim oldu. İdealistlikten değil bence bu durum, yaptıklarımı seyretmek isteyişimden, hayal etmektense hatalarımla yaşama isteğimden. Sizin anlayacağınız yine bir konuda uyuşamıyoruz ve ben giderek yaşlanırken satın aldıklarımı değil, emek verdiklerimi görmek istiyorum. Bir insanın hayatında meydana getirdiğim değişiklikleri ve güzellikleri. Bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Ne kadar değişiyor insan. Hayalleri, idealleri, davranışları ve hayata bakışı. Mükemmeli bulmaya dair değil belki ama size dair ümidim vardı. Birlikte büyüyebileceğimize dair işte. Yanındayken kendimi iyi hissettiğim birini bulmayı, aileme kabul ettireceğim birini bulmaktan daha çok önemsiyorum. Bana çok zor geliyor çünkü böyle birini bulmak. Belki de hiç değildir ne bileyim. Bana zor geliyor işte. Aklıma gelen ihtimallerden biri de ailenizin beni sevmemiş olması, bu sitemim bundan ötürüdür. Kapıları kapatırken "İyi aile kızısın, ben ise uçarı bir delikanlı uyuşmuyoruz" sözünün size ait olduğuna inanmakta güçlük çekiyorum. "Senin masumiyetini seviyorum" derken bu derece zıt bir gerekçeyi garipsiyorum. Bu ihtimal diğerinden daha az acıttığı için buna sarılmak daha iyi geliyor. Hani şu herşeyin bu kadar hızlı değişmesine sebep olan diğer seçenek, öbür ihtimal, öteki işte. Öteki... Başka bir kalp atışı...
Kız Kulesi ve gece o muhteşem görüntüsü, bazen çocuk gibi sevinmeniz, benimle bir bebekle eğlenir gibi yapmacık konuşmalarınız, sürekli benim rahatımı düşünmeniz hatırlamak istediğim güzel anılar.Yanlış anlamanızı istemem. Bunları yazma nedenim geriye dönme ihtimali falan değil, bilirsiniz yazmayı seviyorum ve veda etme arzusu sadece. İki yabancı olduğumuz ve sizin için artık değersiz olduğum hissini bana buram buram yaşattınız. Herkesin uğrunda canını verebileceği değerleri vardır, siz onlara saygısızlık ederek çıkıp gittiniz. Böyle bir durumda değil geriye dönme, yüz yüze bile bakamayız. Lütfen içimi daha fazla acıtmayın ve adımı bile anmayın.Sizi Affetmiyorum ve asla affedemem...
Bildiğiniz Ayışığınız..."
23-30 Ekim PTT Haftası sizde mektup yazın, ne kadar rahatlattığını göreceksiniz.
" Sevgilim;
Hakkım yok size böyle seslenmeye biliyorum. Şimdiden çok özledim inanın. Şunu bilin ki siz inanmasanız da ben hep doğruları söyledim, zaten şu anda geriye dönüşü olmayan bu yolda niçin size hala yalanlar söyleme gereği duyayım ki. Aptalca gelebilir ama çok ağladım. Yanlış giden şeylerin bende farkındaydım ama ben mükemmeli bulmaya dair ümidimi çoktan yitirmiştim. Daha gerçekçiyim. Ben mükemmel olmalıyım diye kendime telkin veriyorum hep. Mükemmeli bulmaktansa bir insanın hayatını ve kendini mükemmele dönüştürmesini izlemek, ona yardımcı olmak hayalim oldu. İdealistlikten değil bence bu durum, yaptıklarımı seyretmek isteyişimden, hayal etmektense hatalarımla yaşama isteğimden. Sizin anlayacağınız yine bir konuda uyuşamıyoruz ve ben giderek yaşlanırken satın aldıklarımı değil, emek verdiklerimi görmek istiyorum. Bir insanın hayatında meydana getirdiğim değişiklikleri ve güzellikleri. Bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Ne kadar değişiyor insan. Hayalleri, idealleri, davranışları ve hayata bakışı. Mükemmeli bulmaya dair değil belki ama size dair ümidim vardı. Birlikte büyüyebileceğimize dair işte. Yanındayken kendimi iyi hissettiğim birini bulmayı, aileme kabul ettireceğim birini bulmaktan daha çok önemsiyorum. Bana çok zor geliyor çünkü böyle birini bulmak. Belki de hiç değildir ne bileyim. Bana zor geliyor işte. Aklıma gelen ihtimallerden biri de ailenizin beni sevmemiş olması, bu sitemim bundan ötürüdür. Kapıları kapatırken "İyi aile kızısın, ben ise uçarı bir delikanlı uyuşmuyoruz" sözünün size ait olduğuna inanmakta güçlük çekiyorum. "Senin masumiyetini seviyorum" derken bu derece zıt bir gerekçeyi garipsiyorum. Bu ihtimal diğerinden daha az acıttığı için buna sarılmak daha iyi geliyor. Hani şu herşeyin bu kadar hızlı değişmesine sebep olan diğer seçenek, öbür ihtimal, öteki işte. Öteki... Başka bir kalp atışı...
Kız Kulesi ve gece o muhteşem görüntüsü, bazen çocuk gibi sevinmeniz, benimle bir bebekle eğlenir gibi yapmacık konuşmalarınız, sürekli benim rahatımı düşünmeniz hatırlamak istediğim güzel anılar.Yanlış anlamanızı istemem. Bunları yazma nedenim geriye dönme ihtimali falan değil, bilirsiniz yazmayı seviyorum ve veda etme arzusu sadece. İki yabancı olduğumuz ve sizin için artık değersiz olduğum hissini bana buram buram yaşattınız. Herkesin uğrunda canını verebileceği değerleri vardır, siz onlara saygısızlık ederek çıkıp gittiniz. Böyle bir durumda değil geriye dönme, yüz yüze bile bakamayız. Lütfen içimi daha fazla acıtmayın ve adımı bile anmayın.Sizi Affetmiyorum ve asla affedemem...
Bildiğiniz Ayışığınız..."
23-30 Ekim PTT Haftası sizde mektup yazın, ne kadar rahatlattığını göreceksiniz.
12 Kasım 2015 Perşembe
Sağlıkta uzaktan eğitim ve video çekimleri
21. Yüzyıl ve hayatımıza kattığı değişimleri sayarken yorulabiliriz. Seksenler, doksanlar gibi televizyon dizilerinden de gözlemliyorsunuzdur. Bazı sahnelerde evet gerçekten eskiden böyleydi, nasılda değişmiş fark bile edememişiz diyoruz. Gece on ikide televizyonların kapandığı bir çocukluktan, internet ve üç boyutlu ekranlar çağına anlamadan geçmişiz. Bizim için yeni defterler ve okul kitapları mutluluk kaynağı iken günümüz çocukları tabletleri veya cep telefonlarını getirip bana oyun aç diyorlar. Kasetçilerin döneminden bir tıkla banka işlemlerinin bile yapılabildiği bir döneme yelken açtık.
Yazının başında da belirttiğim gibi 21. Yüzyıl'ın hayatımıza kattıklarını sayarken yorulabiliriz belki ama sadece belirli rollerde meydana getirdiği değişimleri mercek altına alırsak aynı yorgunluğu yaşamamış oluruz. Çok değil aslında bir 20-30 yıl öncesi öğretmen ve öğrenci rolleriyle şimdikileri bir kıyaslayalım. Bizim zamanımızda öğretmenler dersin başrol oyuncularıydılar. Onlar anlatır , bizler ise dinlerdik. Tepegöz okulda bir tane olur ve onunla ders işlenmesi çok lüks gelirdi gözümüze. Şimdilerde ise projektör olmayan sınıf neredeyse yok gibi. Bir çok şeyden habersiz olan bir veli kitlesinden, eğitim hakkında öğretmenlere taş çıkartacak kadar bilgi sahibi velilerin çağına yelken açtık. Eğitim anlayışımız ve ihtiyacımız inanılmaz bir hızla değişti. Sınıflarda bu değişimden nasiplerini aldılar. Artık ev ortamlarında ders işlemek mümkün. Canlı sınıf oturumları neredeyse normal bir sınıfın sunduğu bütün imkanları fazlasıyla sunabiliyor.
Her gelişim evresinde olduğu gibi sorunlar ve noksanlıklar da yenilikler gibi gelişiyor. İnternet çağının eğitim sorunu ise içerik ile kendini gösterdi. İşin uzmanı veya değil herkesin bir şeyler paylaşabildiği bir ortamda güvenilir eğitici bilgi çok az sayıda bulunmakta. Tübitak bu durumla ilgili içerik açığını kapatabilmek için 5001 ve 5002 projelerini hayata geçirdi. Böylece eğitici içeriğin, konuların profesyonellerince hazırlanmasının sağlanmasına çalışıldı.
Benzer bir ihtiyaçtan belki sadece sağlık öğrencileri için değil toplum için bile sağlık konusunda da eksiklikten bahsetmek mümkün. Bize herhangi bir hastalık tanısı konulduğunda hemen internetten arama yapıyoruz, video sitelerinden konunun görselliğini öğrenmeye çalışıyoruz. Sağlık eğitimi zaten uygulamalı ve görsellikten daha çok yararlanılması gereken bir eğitim olduğu için içerik ihtiyacı oldukça fazla. Bu alanda uzman insanların bu konuda daha fazla emek sarf etmesi ve internet yayınlarına ve videolara zaman ayırması gerekiyor.
Bu bağlamda uzaktan eğitime de değinmeden geçmeyelim. Ülkemizde oldukça eksiğin olduğu sağlık profesyonelliğin de, oldukça maliyeti az bir yöntemle öğrenci yetiştirmek veya profesyonelleri eksik oldukları konularda eğitmek için başvurulabiliyor. Tabi bu yöntem için de sağlıkçıların eksik tarafı olan videoların çekilmesi gerekli. Gerek hastalardan izin alınamaması gerek sağlıkçıların henüz bu alana yönelmemiş olması bu konuda ki boşluklardan biri.
Yazının başında da belirttiğim gibi 21. Yüzyıl'ın hayatımıza kattıklarını sayarken yorulabiliriz belki ama sadece belirli rollerde meydana getirdiği değişimleri mercek altına alırsak aynı yorgunluğu yaşamamış oluruz. Çok değil aslında bir 20-30 yıl öncesi öğretmen ve öğrenci rolleriyle şimdikileri bir kıyaslayalım. Bizim zamanımızda öğretmenler dersin başrol oyuncularıydılar. Onlar anlatır , bizler ise dinlerdik. Tepegöz okulda bir tane olur ve onunla ders işlenmesi çok lüks gelirdi gözümüze. Şimdilerde ise projektör olmayan sınıf neredeyse yok gibi. Bir çok şeyden habersiz olan bir veli kitlesinden, eğitim hakkında öğretmenlere taş çıkartacak kadar bilgi sahibi velilerin çağına yelken açtık. Eğitim anlayışımız ve ihtiyacımız inanılmaz bir hızla değişti. Sınıflarda bu değişimden nasiplerini aldılar. Artık ev ortamlarında ders işlemek mümkün. Canlı sınıf oturumları neredeyse normal bir sınıfın sunduğu bütün imkanları fazlasıyla sunabiliyor.
Her gelişim evresinde olduğu gibi sorunlar ve noksanlıklar da yenilikler gibi gelişiyor. İnternet çağının eğitim sorunu ise içerik ile kendini gösterdi. İşin uzmanı veya değil herkesin bir şeyler paylaşabildiği bir ortamda güvenilir eğitici bilgi çok az sayıda bulunmakta. Tübitak bu durumla ilgili içerik açığını kapatabilmek için 5001 ve 5002 projelerini hayata geçirdi. Böylece eğitici içeriğin, konuların profesyonellerince hazırlanmasının sağlanmasına çalışıldı.
Benzer bir ihtiyaçtan belki sadece sağlık öğrencileri için değil toplum için bile sağlık konusunda da eksiklikten bahsetmek mümkün. Bize herhangi bir hastalık tanısı konulduğunda hemen internetten arama yapıyoruz, video sitelerinden konunun görselliğini öğrenmeye çalışıyoruz. Sağlık eğitimi zaten uygulamalı ve görsellikten daha çok yararlanılması gereken bir eğitim olduğu için içerik ihtiyacı oldukça fazla. Bu alanda uzman insanların bu konuda daha fazla emek sarf etmesi ve internet yayınlarına ve videolara zaman ayırması gerekiyor.
Bu bağlamda uzaktan eğitime de değinmeden geçmeyelim. Ülkemizde oldukça eksiğin olduğu sağlık profesyonelliğin de, oldukça maliyeti az bir yöntemle öğrenci yetiştirmek veya profesyonelleri eksik oldukları konularda eğitmek için başvurulabiliyor. Tabi bu yöntem için de sağlıkçıların eksik tarafı olan videoların çekilmesi gerekli. Gerek hastalardan izin alınamaması gerek sağlıkçıların henüz bu alana yönelmemiş olması bu konuda ki boşluklardan biri.
21 Eylül 2015 Pazartesi
Hastanelerin Geleceği ve Hemşirelik
Ülkemizde sağlık hizmeti konusunda hep yetersiz kalmakla eleştirilen hastaneler, insanımızı gereksiz yere acile ve hastaneye başvurmak ile suçluyor. Bu kısır döngünün alt yapısına bakıldığında toplumun sağlık ile ilgili konularda bazen bilinçsiz davrandığı veya insanlarımızın hastalığın önlenmesiyle değil de ortaya çıktıktan sonra tedavi edilmesiyle ilgilendiği gözlenmektedir. Oysa ki sağlık sisteminde derecelendirme mevcuttur ve iyi bir yönetim planlamasını gerektirmektedir.Birinci, ikinci ve üçüncü olmak üzere sağlık kuruluşları ve hizmetleri Sağlık Bakanlığı' nın yönetmelikleri doğrultusunda ayrılmıştır.Birinci basamak resmi sağlık kuruluşu ifadesinden; Resmi kurum tabiplikleri, Sağlık ocağı,Verem savaş dispanseri, Ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezi, Sağlık merkezi, SSK sağlık istasyonu ve dispanseri ve Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik kapsamında açılan özel poliklinikler anlaşılacaktır.Hekimlerin, mesleklerini serbest olarak icra etmek üzere münferiden açtıkları muayenehaneler bu kapsam dışındadır. İkinci basamak resmi sağlık kurumu ifadesinden; Eğitim ve araştırma hastanesi olmayan Devlet Hastaneleri, Özel Dal Hastaneleri, SSK Hastaneleri ve Diğer resmi kurum hastaneleri ve Özel Hastaneler Yönetmeliği'ne göre ruhsat almış özel hastaneler ile Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik kapsamında açılan özel tıp merkezleri ve özel dal merkezleri anlaşılacaktır. Üçüncü basamak sağlık kurumu ifadesinden; Eğitim ve araştırma hastaneleri, Özel dal eğitim ve araştırma hastaneleri ile Üniversite hastaneleri anlaşılacaktır.
Bu ön bilgilendirmeden sonra basit ama uygulaması için özellikle ülkemizde toplum bilinci oluşmadığından zorlanılan o bildik hiyerarşiye geçelim. Bir ülkenin birinci basamak yani önleyici sağlık hizmetleri ne kadar iyi ve kaliteli olursa diğer basamaklara daha az ihtiyaç duyulur. Şimdilerde yeni yeni televizyon ekranlarında kamu spotlarını seyretmeye başladık. Toplum spora ve dengeli beslenmeye yönlendirilmeye çalışılıyor. Uyandırılmaya çalışılan bu bilincin meyvelerini almamız biraz zaman alacak gibi görünüyor.
Dünya 'ya bakıldığında ise bazı uzmanlara göre 2020 'lerde hastaneler şu an gördükleri işlevi kısmen de olsa yitirecekler. Hastanelerin ya oldukça spesifik hastalara, ya akut gelişen beklenmeyen hastalıklara bakacağı ve büyük yoğun bakım merkezlerine dönüştürüleceği öngörülmektedir. Bu bağlamda hemşirelik okulları da müfredat açısından yeniden yapılanmayı değerlendirmektedir. Artık kronik hastalık ve sağlık tanıtımına daha çok zaman ayrılması planlanmaktadır. İlerleyen yıllarda hemşirelerin direk hizmet verebilen sağlık profesyonellerine dönüşmelerine doğru yol almaktayız.
Hemşirelerin rollerinde gerçekleşmesi beklenen bu olası değişiklik mesleğimizde bilimselliğin ve rekabetçi yaklaşımın önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Bu ön bilgilendirmeden sonra basit ama uygulaması için özellikle ülkemizde toplum bilinci oluşmadığından zorlanılan o bildik hiyerarşiye geçelim. Bir ülkenin birinci basamak yani önleyici sağlık hizmetleri ne kadar iyi ve kaliteli olursa diğer basamaklara daha az ihtiyaç duyulur. Şimdilerde yeni yeni televizyon ekranlarında kamu spotlarını seyretmeye başladık. Toplum spora ve dengeli beslenmeye yönlendirilmeye çalışılıyor. Uyandırılmaya çalışılan bu bilincin meyvelerini almamız biraz zaman alacak gibi görünüyor.
Dünya 'ya bakıldığında ise bazı uzmanlara göre 2020 'lerde hastaneler şu an gördükleri işlevi kısmen de olsa yitirecekler. Hastanelerin ya oldukça spesifik hastalara, ya akut gelişen beklenmeyen hastalıklara bakacağı ve büyük yoğun bakım merkezlerine dönüştürüleceği öngörülmektedir. Bu bağlamda hemşirelik okulları da müfredat açısından yeniden yapılanmayı değerlendirmektedir. Artık kronik hastalık ve sağlık tanıtımına daha çok zaman ayrılması planlanmaktadır. İlerleyen yıllarda hemşirelerin direk hizmet verebilen sağlık profesyonellerine dönüşmelerine doğru yol almaktayız.
Hemşirelerin rollerinde gerçekleşmesi beklenen bu olası değişiklik mesleğimizde bilimselliğin ve rekabetçi yaklaşımın önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
24 Ağustos 2015 Pazartesi
Dönemsel veya Mevsimsel Hastalıklar
Servislerin doluluk oranları incelendiğinde hemen hemen her branş için geçerli farklı dönemsel veriler elde edilebilir. Vücudun biyolojik saati farklı mevsimlerde farlı işlemekte ve buna bağlı bir takım hastalıklar belli dönemlerde artmaktadır. En basit örneğimiz belki de mevsim geçişlerinde bağışıklık sisteminin zayıflığına bağlı olarak alt ve üst solunum yolu rahatsızlıklarının veya gribin zatürreye dönüşmesi olabilir. Özellikle kronik hastalığı olanlarda, yaşlılarda ve çocuklarda bağışıklık sisteminin sağlıklı bireylere göre daha zayıf olmasına bağlı bu durum daha çok görülmektedir. Birde sonbaharda görülen polenlere bağlı alerjiler var.
Tabi gribal enfeksiyonlar ve solunum yolu rahatsızlıklarına bağlı sıkıntılar mevsimsel hastalıklardan bilindik olanlarıdır. İlkbahar ve sonbahar aylarında peptik ülser ve buna bağlı mide kanamalarında artış görülmektedir. Bir çok kaynakta tam olarak sebebi bilinmediği yazılsa da mevsim sebze ve meyvelerinin tüketilmesi ve anti ülser özelliklerinin olması düşünülebilir.
Yine deri hastalıkları ile yapılan araştırmalara şöyle bir göz gezdirdiğinizde ortam ısısının düşmesi ile tüm deri hastalıklarında artış gözlemlediğini görebilirsiniz. Bununda hücresel direncin soğuğa bağlı düşmesi nedeniyle gerçekleştiği araştırmacılar tarafından düşünülmektedir.
Göz enfeksiyonlarında yaz dönemlerinde artış olduğu gözlenmekte bunun sebebi olarak da üreme gösterilmektedir.
Sonbahar ve kış aylarında ki az güneş görmenin mevsimsel depresyon adıyla anıldığını ve gerektiğinde profesyonel yardıma ihtiyaç duyacak kadar artabildiğini de belirtmeden geçmeyelim. Bazı insanlarda doğanın ölümünü çağrıştırması, güneşin yararlı etkilerinden uzak kalmak ve gecelerin uzun olması sonbahar ve kışı depresyon ayı olarak nitelememize neden olabilmektedir.
Dolaşım sistemi rahatsızlıkları ise soğuğun damar genişlemesi üzerine etkisiyle kış aylarında artış göstermektedir. Bununla birlikte enfeksiyon ve paraziter hastalıklarda yazın daha iyi üreme ortamları bulduğu için ilkbahar ve yazın artış göstermektedir.
Özellikle çocukların hastalıkları, personel planlaması ve hastalıkla savaş politikaları üretirken mevsimsel hastalıklar ve bunların geçiş özellikleri dikkate alınmalıdır.Bununla birlikte hala cevap aranan soruların çokluğu bu konularda araştırma yapılmasını gerektirmektedir. Çalıştığınız servislerde mevsimsel alevlenmeleri olan hastalıklarla ilgili geniş çaplı hatta geçmişe dönük araştırmalar yapabilirsiniz.
Tabi gribal enfeksiyonlar ve solunum yolu rahatsızlıklarına bağlı sıkıntılar mevsimsel hastalıklardan bilindik olanlarıdır. İlkbahar ve sonbahar aylarında peptik ülser ve buna bağlı mide kanamalarında artış görülmektedir. Bir çok kaynakta tam olarak sebebi bilinmediği yazılsa da mevsim sebze ve meyvelerinin tüketilmesi ve anti ülser özelliklerinin olması düşünülebilir.
Yine deri hastalıkları ile yapılan araştırmalara şöyle bir göz gezdirdiğinizde ortam ısısının düşmesi ile tüm deri hastalıklarında artış gözlemlediğini görebilirsiniz. Bununda hücresel direncin soğuğa bağlı düşmesi nedeniyle gerçekleştiği araştırmacılar tarafından düşünülmektedir.
Göz enfeksiyonlarında yaz dönemlerinde artış olduğu gözlenmekte bunun sebebi olarak da üreme gösterilmektedir.
Sonbahar ve kış aylarında ki az güneş görmenin mevsimsel depresyon adıyla anıldığını ve gerektiğinde profesyonel yardıma ihtiyaç duyacak kadar artabildiğini de belirtmeden geçmeyelim. Bazı insanlarda doğanın ölümünü çağrıştırması, güneşin yararlı etkilerinden uzak kalmak ve gecelerin uzun olması sonbahar ve kışı depresyon ayı olarak nitelememize neden olabilmektedir.
Dolaşım sistemi rahatsızlıkları ise soğuğun damar genişlemesi üzerine etkisiyle kış aylarında artış göstermektedir. Bununla birlikte enfeksiyon ve paraziter hastalıklarda yazın daha iyi üreme ortamları bulduğu için ilkbahar ve yazın artış göstermektedir.
Özellikle çocukların hastalıkları, personel planlaması ve hastalıkla savaş politikaları üretirken mevsimsel hastalıklar ve bunların geçiş özellikleri dikkate alınmalıdır.Bununla birlikte hala cevap aranan soruların çokluğu bu konularda araştırma yapılmasını gerektirmektedir. Çalıştığınız servislerde mevsimsel alevlenmeleri olan hastalıklarla ilgili geniş çaplı hatta geçmişe dönük araştırmalar yapabilirsiniz.
Mavi Kod Uygulaması ve Yapılması Gerekenler
Mavi kod, hastanelerde personel, hasta yakını veya hastalardan herhangi birinin solunum veya kardiyak arresti(kalp veya solunum durması) sonucu verilen, zamanın en iyi şekilde kullanılmasını sağlayan ve tüm dünyada aynı renk ile ifade edilen bir acil durum yönetim aracıdır. Hastanelerde ve diğer sağlık kuruluşlarında oluşturulan bir çağrı sistemi ile önceden belirlenmiş alanında uzman kişilerin oluşturduğu ekibin bireye en hızlı şekilde ulaşması amaçlanır. Türkiye'de ki tüm hastanelerin mavi kod sistemi 2222 aranılarak verilir.
Sağlık Bakanlığı'nın bu konuyla ilgili yayınladığı yönetmelikte mavi kod ekibinin, mesai içi ve mesai sonrası olmak üzere iki ayrı ekip şeklinde ve kesintisiz hizmet vermeleri gerektiği belirtilir. Yine aynı yönetmelikte şunlarda belirtilmiştir:
Sağlık Bakanlığı'nın bu konuyla ilgili yayınladığı yönetmelikte mavi kod ekibinin, mesai içi ve mesai sonrası olmak üzere iki ayrı ekip şeklinde ve kesintisiz hizmet vermeleri gerektiği belirtilir. Yine aynı yönetmelikte şunlarda belirtilmiştir:
- Mesai saatlerinde; Kardiyoloji, nöroloji, göğüs hastalıkları, dahiliye, genel cerrahi ve anestezi uzmanlarından biri veya bu branşların bulunmadığı yerlerde, idare tarafından görevlendirilen bir tabip ekip lideri olur.
- Hastanedeki tüm tabiplerin ve ekipte görevli diğer sağlık personelinin CPR eğitimi alması sağlanır.
- Anestezi Hekimi
- Kardiyoloji Hekimi
- Dahiliye Hekimi ve hastanın yattığı serviste ki hekim
- Servis Hemşiresi
- Süpervisor Hemşire
- Acil Servisten önceden görevlendirilmiş hemşire ekibi
- Kat Personeli ve
- Güvenlik Görevlisi
Genellikle hasta da solunum veya kardiyak arrest gerçekleştiğinde bu durumu ilk gören servis hemşiresi olur. Her ne kadar deneyiminiz de var olsa böyle bir durumla karşılaşınca emin olun ki en deneyimli insanlar bile bir panik havasıyla işe koyulabiliyor. Yani panik yapma ihtimaliniz oldukça yüksek. Zamanla bu durumla baş etmeniz kolaylaşsa da profesyonelleşildiğinde bile aşılamayan bir durum söz konusu o da insani duygularımız. Elbette bir miktar paniklememiz normal ama bunu mümkün olduğunca ortama ve işimize yansıtmamamız gerek. Servisi ve malzemeleri iyi tanımamız bu durumu en aza indirmek için en gerekli şeylerden biridir. Mavi kod ekibi geldiğinde hastaya müdahale ederken bizden malzeme istendiğinde ya da kendimiz müdahale ederken malzemeye ihtiyaç duyduğumuz da temin konusunda sıkıntı olmamalı. Ayrıca hastanenin işleyiş basamaklarının çok iyi biliniyor olması lazım. Bizden cross çalışılmadan kan takacaklarını söyleyip crosssuz kan isteseler bunun için kan bankasına hangi belgenin yollanması gerektiğini bilmemiz önemli.
Bunların yanı sıra alanında uzman kişiler tarafından verilen CPR Eğitimlerine belirli aralıklarla katılmamız ve gerçekleşen yeni gelişmelerden haberdar olmalıyız. Eğitimler sırasında hangi durumlar aciliyet arz eder, hangileri göz ardı edilmemesi gereken durumlardır hepsi verilmektedir. Mesela hastanın şekerine bakmak atlanmaması gereken bir durumdur çünkü hastanın şekeri düşmüş ve bilinci kapanmış olabilir. Hastayı monitörize etmek ve kalp bulgularını izlemek bize yol gösterici olacaktır. Hangi kardiyak durumlarda hastaya sadece kalp masajı yapılır, hangilerinde defibrilatör yardımı ile hastaya şok vermek gereklidir bilmeliyiz (asistol ve nabızsız elektriksel aktivite ritimlerinde defibrilasyon yararlı değildir.).
Servis sayımlarının iyi bir şekilde yapılması hem malzemeleri bulma hızımızı arttıracak hem de acil durum sırasında eksikle karşı karşıya kalma riskimizi azaltacaktır. Elimizde olmayan malzemelerin yerine kullanılanlar hakkında fikir sahibi olmamız veya nasıl temin edildiklerini bilmemiz çok önemlidir. Ayrıca hastanenin mavi kod ile ilgili prosedüründe ki görev ve sorumluluğumuzu bilmeliyiz. Hastayı ilk gören kişi ne yapar(mavi kodu verir, hastayı monitörize eder,acil arabasının hasta odasına çekilmesini sağlar,...), güvenlik görevlisi ne yapar, süpervisor hemşire ne yapar gibi.
Bunların yanı sıra alanında uzman kişiler tarafından verilen CPR Eğitimlerine belirli aralıklarla katılmamız ve gerçekleşen yeni gelişmelerden haberdar olmalıyız. Eğitimler sırasında hangi durumlar aciliyet arz eder, hangileri göz ardı edilmemesi gereken durumlardır hepsi verilmektedir. Mesela hastanın şekerine bakmak atlanmaması gereken bir durumdur çünkü hastanın şekeri düşmüş ve bilinci kapanmış olabilir. Hastayı monitörize etmek ve kalp bulgularını izlemek bize yol gösterici olacaktır. Hangi kardiyak durumlarda hastaya sadece kalp masajı yapılır, hangilerinde defibrilatör yardımı ile hastaya şok vermek gereklidir bilmeliyiz (asistol ve nabızsız elektriksel aktivite ritimlerinde defibrilasyon yararlı değildir.).
Servis sayımlarının iyi bir şekilde yapılması hem malzemeleri bulma hızımızı arttıracak hem de acil durum sırasında eksikle karşı karşıya kalma riskimizi azaltacaktır. Elimizde olmayan malzemelerin yerine kullanılanlar hakkında fikir sahibi olmamız veya nasıl temin edildiklerini bilmemiz çok önemlidir. Ayrıca hastanenin mavi kod ile ilgili prosedüründe ki görev ve sorumluluğumuzu bilmeliyiz. Hastayı ilk gören kişi ne yapar(mavi kodu verir, hastayı monitörize eder,acil arabasının hasta odasına çekilmesini sağlar,...), güvenlik görevlisi ne yapar, süpervisor hemşire ne yapar gibi.
15 Ağustos 2015 Cumartesi
Hemşirelik SCI ve SCI Expanded Kapsamındaki Dergiler
Kariyer planınız bilim insanlığı ise aşmanız gereken dile kolay ama oldukça zorlu engelleriniz var demektir. Bunlardan belki de kuşkusuz en önemlisi makale yayınlayabilmek. Yalnız yayınlanan makalenin olduğu gibi makalenin yayınlandığı derginin de bir takım kriterleri var. Bu gözardı edilmemesi gereken bir konu. Derginin çeşitli uluslararası indeksler tarafından taranmasına bağlı olarak farklı adlandırma kriterleri kullanılmaktadır.
SCI: Science Citation Index : Fen Bilimleri alanlarında yayın yapan dergilerin tarandığı indekstir.
SCI-Expanded: Science Citation Index Expanded : Fen Bilimleri alanlarında ki dergiler taranır fakat kabul kuralları daha kolay aşılabilir ve online dergiler de bu kapsama girer.
Birde diğer branşlarda ki indeksler var onlara da değinmeden geçmeyelim.
SSCI: Social Sciences Citation Index : Sosyal Bilimler alanlarının tarandığı indekstir.
AHCI: Arts and Humanities Citation Index : Sanat ve İnsan Bilimleri alanlarının tarandığı indekstir.
Ulakbim'in yayınladığı dergi listesinden hemşirelikle ilgili olan ve gözüme çarpan bazı dergiler şunlar;
SCI: Science Citation Index : Fen Bilimleri alanlarında yayın yapan dergilerin tarandığı indekstir.
SCI-Expanded: Science Citation Index Expanded : Fen Bilimleri alanlarında ki dergiler taranır fakat kabul kuralları daha kolay aşılabilir ve online dergiler de bu kapsama girer.
Birde diğer branşlarda ki indeksler var onlara da değinmeden geçmeyelim.
SSCI: Social Sciences Citation Index : Sosyal Bilimler alanlarının tarandığı indekstir.
AHCI: Arts and Humanities Citation Index : Sanat ve İnsan Bilimleri alanlarının tarandığı indekstir.
Ulakbim'in yayınladığı dergi listesinden hemşirelikle ilgili olan ve gözüme çarpan bazı dergiler şunlar;
NURSİNG İN CRİTİCAL CARE
|
NURSING CLINICS OF
NORTH AMERICA Dergi listesinin tamamına ulaşmak isteyenler Tübitak Ulakbim'in dergi listesinin tamamını inceleyebilirler. |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)